AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nda (SETA) düzenlenen "Siyasette Yenilenme ve AK Parti'nin Geleceği" konulu panele katılarak konuşma yaptı.
Sizlerin şahsında SETA’ya böyle bir toplantı düzenlediği için teşekkür ediyorum. Bizi gençlerle akademisyenlerle bir araya getirdiğiniz için.
Aslında uzunca bir zamandan beri konuştuğumuz bir konu. İsmet Özel’in benim çok sevdiğim bir şiiri vardır. Der ya, ‘Her şey ben yaşarken oldu bunu bilsin insanlar’ yani, aslında her şey biz yaşarken oldu. Dolayısıyla burada mesele bizim yaşadığımız bu şeyleri nasıl amlanlandırdığımız, hangi çerçeveye oturttuğumuz, hangi paradigma ile hangi zaviyeden baktığımız, burada çok önemli. Bizim kuşak özellikle, ben bazen kendimi bin yaşında hissediyorum. Çünkü 1970’leri yaşadık. Mesela ben Karasabanı gördüm, gaz lambasını gördüm. Geçmiş 45 yıldaki bütün değişimlere baktığınızda, o kadar çok şey oldu bitti ki… Soğuk savaş yıllarını yaşadık, dünyanın çift kutuplu olduğu, NATO’nun, Varşova Paktı’nın olduğu ve soğuk savaş dünyasının nasıl bir dünya olduğunu… Demir perde kavramı vardı mesela, Sovyetler Birliği ülkeleri için demir perde ülkeleri denirdi.
Sınırların bir anlamı vardı. Mesela, telsiz kanunu vardı. Devlet sırrı diye bir kavram vardı. Bizim zihinlerimiz coğrafi sınırlara göre şekillendi. Mesela şimdiki gençler bir internet coğrafyasına, sanal coğrafyaya göre düşünüyorlar. Şimdiki gençler için yakın ve uzak kavramıyla bizim için yakın ve uzak kavramı aynı şeyler değildi. Çünkü biz meseleye yakın ve uzak, kapalı ve açık diye bakıyorduk. Moskova bizim için çok bilinmeyen bir yerdi. Pekin, Şangay zaten konuşmadığımız yerlerdi, soğuk savaşın olduğu dünyadan baktığımızda. Oysa bugün bir kişi birazcık birikimle çok rahat şekilde Moskova’ya, Pekin’e, Şangay’a gidebilir. Ya da internetten buralarla ilgili bütün verilere, resimlere ulaşabilir. İstediği sokağı görüntüleyebilir. Böyle bir dünyaya geldik.
O yüzden biz bazen, gerçekliği okurken şöyle bir hata yapıyoruz, geçmiş bakış açısı, kavramı ve okumalarıyla bugünü anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Mesela 18, 19.yüzyılda her şey değişirken toplumsal alanda ne oluyordu sorusu sorulduğunda, bunu anlamlandırabilen çok az sayıda insan vardı. Onları bugün konuşuyoruz; onaylarsınız onaylamazsınız ama bunu en güzel şekilde kavramsallaştıran Karl Marx oldu. O değişimi doğru şekilde kavramsallaştırdı, doğru şekilde anlattı ve ne olduğunu, yeni ortaya çıkan toplum biçimini, yeni toplum biçiminin ilişkilerini, o ilişkilerin hangi yeni ilişkileri ortaya çıkaracağını o gün için doğru okudu. Ama bugün için yanlış. Bugün yeni bir toplum biçimi ortaya çıkıyor. Değişim bugün yine tıpkı 150 yıl önce olduğu gibi bütün uçurumlarıyla birlikte geliyor. Ve bizim şimdi ayrım noktamız şu; geçmişte yapılan hataları yapıp geçmişin kavramlarıyla bugünü mü okumaya çalışacağız, geçmişin bakış açısıyla?
Mesela CHP’nin yaptığı gibi, anakronik bir bakış açısıyla bugünü okuyacak mıyız, arkeik bir dil mi kullanacağız bugünü okurken? Yoksa bugünü, bugünün kavramlarıyla mı izah edeceğiz? Geçen gün, kendisine de teşekkür ettim, Mevlüt Çavuşoğlu –Dışişleri Bakanımız- muhteşem bir cümle kurdu.
CHP Grup Başkanvekili, ‘Sizin dış politikanız zikzaklarla dolu’ gibi bir cümle kullandı. Mevlüt Çavuşoğlu ise, ‘Mayınlı bir arazide düz koşarsanız ölürsünüz’ dedi. Muhteşem bir anlatım bana göre, tek cümlede aslında benim deminden beri söylediğim her şeyi özetleyen bir ifade.
Yani bütün pozisyonların hızla değiştiği, bütün bakış açılarının hızla değiştiği, bütün kavramsallaştırmaların bir anda içinin boşaldığı, değişim aralığının bu kadar daraldığı bir dünyada siyaseti konuşuyoruz, Türkiye’yi konuşuyoruz. Ve tabi AK Parti’yi konuşuyoruz. 2019’u konuşuyoruz. 2019’a giderken bizim pozisyonumuz AK Parti olarak ne? Ve Türkiye’yi taşımak istediğimiz yer neresi? Buna bakıyoruz. Gördüğümüz bir şey var. 2000’li yıllarda – bir ara çok abarttılar ya bunu, milenyum diye- Onun öncesinde zaten 90’ların başında milenyum tasarlanmıştı.
Daha da öncesine gidin, 80’lerde zaten bu konuşuluyordu. Ama bunlar bize uzaktı. Ben, Sosyoloji Yüksek Lisansı ve doktorası – daha tamamlamadım doktorayı – Doktora yaptığımız yıllarda bu ülkede Popper, Kuhn, bunlar okunmazdı, okutulmazdı, bunların bakış açısı bir şekilde akademinin gündemine gelmezdi. Çünkü bu ülkede sosyoloji bir rejimin meşrulaştırılmasının akademik aracı haline dönüştürülmüştü. Yani öyle konuşamaz, tartışamazdınız. Öyle paradigma, paradigmanın iflası, bunları konuşacaksınız, yeni kavramsallaştırmalar yapacaksınız, bunları yapanları işte 12 Eylül sonrası 1420’liklerin çoğu böyleydi.
Yani yeni şeyler söyleyen adamlardı ve onlara dönük gereken yapıldı. Nihayetinde dediğim gibi biz bugün, şimdi aslında Türkiye’yi siyaseten götürdüğümüz yerin neresi olduğunu düşünürken nereden geldiğimizi, yani bütün bunların biz yaşarken olduğunu hatırlamamız…
Bence bizim toplum olarak en çok korumamız gereken şey nedir diye soracak olursanız ben özgüvenimiz derim. Çünkü özgüvenimize dönük çok ciddi bir saldırı var. Yani, kendimizi bu inanılmaz kara propagandanın altında bazen yaşadıklarımızı unutarak –mesela ben kendime söylüyorum bunu bir siyasetçi olarak- adam cümleyi ‘daha düne kadar kol kolaydınız FETÖ ile’ şeklinde kurduğunda, eğer ben bütün bu arka plana dair bir fikrim yoksa, bütün argümanlar orada kaçınılmaz olarak çöküyor. Hâlbuki aslında başka bir şey söylüyor sana. ‘Daha düne kadar Esed ile kol kolaydın’, ‘düne kadar FETÖ ile kol kolaydın’ diye cümleye başlayan bir zihin, size statükoyu dayatıyor demektir. Ve bu zihin güvenlik arayışında olan bir zihindir. Bu zihin, kendi pozisyonunu koruyarak kendini koruyacağını düşünen bir zihindir.
Bu zihin sağlıklı bir zihin değil. Tabi ki ben pozisyonumu değiştireceğim, her şey bu kadar hızlı değişirken benim pozisyonumu değiştirmemden daha doğal ne olabilir? Kaldı ki, karşınızdaki yapı bugüne kadar sivil toplum görünümünde bir maske takmış, ve daha sonra bu yapının sivil toplum örgütü olmadığı ve yaklaşık 40 yıldan beri, daha derinde başka bir mekanizmayı işlettiğini fark ettiğinizde tabi ki bu yapıya karşı pozisyonunuzu değiştireceksiniz. Yada, sizinle adeta ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyen, stratejik işbirliği çerçevesinde kendi anayasasını, kendi kamu reformunu yapmak istediğini söyleyen bir ülke, bir anda kendi halkını katletmeye başladığında tabi ki ona karşı pozisyonunuzu değiştireceksiniz. Avrupa Birliği ile ilişkiler, siz 2005 yılındaki Avrupa’yı bana getirin onunla ilişkimi geliştireyim.
Şimdi, 2005 yılındaki Almanya Hollanda Belçika mı var? 2017’nin Almanya’sının sanki hiç değişmediğini varsayarsak….
Ya da diyorlar ki siz Türkiye’nin dış politikasını mahvettiniz. Peki, çevrede 9 tane ülkeyi yönetilemez hale ben mi getirdim? Türkiye’nin verdiği mücadelede, Türkiye’nin etrafına adeta bir çember çizip o çemberi ateşe verenleri konuşmak yerine bunu Türkiye üzerinden konuşmak –yabancılar buna ağız çabukluğu, lafazanlık der- ağız çabukluğundan başka bir şey değil.
Bizim birinci önceliğimiz, 2019’a giderken… Bir, öncelikli olarak, Cumhurbaşkanımızın dönmesiyle birlikte AK Parti, geçmiş 3 yılda yaşadığı siyasi eksen kayması diye nitelendiriyorum bunu, hareketin doğal lideri siyasetten ayrıldığında siz orada yeni bir liderlik inşa edemezsiniz. Bu siyasetin doğasına aykırı bir şey. Ve Cumhurbaşkanımızın anayasa gereği partisiyle ilişiğini kestiği dönemde siyasetin merkezinde ciddi bir kayma ortaya çıktı. Ve sonra, 16 Nisan referandumu ile bu eksen kendi yerine oturdu. Şimdi bu 3 yıl içerisinde biz öncelikli olarak bu eksen kaymasından kaynaklanan deformasyonu da şuanda bir şekilde –teşkilatta, belediyelerde, hükumette- bunları yapıyoruz.
Bütün bunları yaparken bir şeyi daha yapıyoruz. Cumhurbaşkanımızın metal yorgunluğu diye dediği şey aslında, ilk günkü heyecanı ilk günkü aşkı, ilk günkü bakış açısını ve ilk günkü heyecanla iş tutmayı kaybetme halidir. Dolayısıyla aslında en başta söylediğim o özgüven hali… Yani, eğer siz, Türkiye’yi taşıma iddiasında olan bir siyasi partiyseniz her şeyden önce sizin kendi özgüveninizi, kendi tahkimatınızı, kendi bakış açınızı kendi kavrayışınızı kendi okuma biçiminizi, kendi yenilenmenizi gerçekleştirmeniz gerekiyor.
Bütün bunları yaptıktan sonra dönüp bu defa toplumla konuşmanızda, bir yeni dil oluşturabilirsiniz. ‘Yeni bir dil oluşturmalıyız, yeni bir söylem oluşturmalıyız’ Nasıl oluşturacağız? Oturup bunu projelendirecek miyiz? Hayır, yeni bir dil yeni bir söylem nasıl ortaya çıkar? Bakış açınızı değiştirirsiniz, kavrayışınızı değiştirirsiniz, zihin içeriğini değiştirirsiniz, meseleyi ele alma biçiminizi değiştirirsiniz. Bunları değiştirdiğiniz zaman kaçınılmaz olarak dil değişir, söylem değişir, kavrayış değişir, meseleyi çözme biçimi değişir. Yoksa, sizin bakış açınız aynı olacak, konuları eski bakış açısıyla ele alacaksınız, eski bakış açısı üzerine yeni bir dil inşa edeceksiniz… Böyle bir şey yok. ‘AK Parti’de yeni olan ne var?’ AK Parti’de yeni olan, ve kıymetli olan, tekrar siyasi hareketin liderinin partiye dönmesidir. En büyük yenilik budur.
Tekrardan siyasetle birlikte, siyasete çarparak, siyasetin sorunlarını bizzat hissederek o liderle birlikte hareketin yoluna tekrardan koyulmasıdır. İkinci büyük yenilik nedir, bu da bizim 15 yıldan beri mücadelesini verdiğimiz siyasal sistem değişikliğidir.
Şimdi ilginç bir şey, geçtiğimiz günlerde Murat Bardakçı ile bir araya geldik. Bardakçı şuan bir kitap yazıyor. ‘Yıkılışın ve kuruluşun belgeleri’ diye… Güzel bir çalışması var. İyi bir arşiv çalışması. Dedim ki bu, Cumhuriyeti ilan ederken bunu nasıl ilan etmişler. 1921 Anayasasına bir cümlelik anayasa değişikliği yaptık.
Bu çok kıymetli bir şey. Bence bu bilgi kayıp halka. Çünkü , biz hep ne diyoruz? Biz diyoruz ki, devlette devamlılık esastır diyoruz değil mi? Yani, bizim devlete ebet müddet dediğimiz Türk’ün şimdi, Türk dediğim zaman birçok insan hala şimdi benim kavramsallaştırmamda Türk bir ırk ismi değildir. Türk, tarihsel ve sosyolojik bakış açısının, kavrayışın adıdır, Türk bir ufkun adıdır.
İşte Marquez’in 82’de Nobel ödülü aldığı “Kırmızı Pazartesi” kitabında Marquez, bir Arap aileyi anlatırken onlardan Türk diye bahseder. Ya da Bosna’ya gittiğinizde Aliya’nın dilinden Türkü dinlediğinizde, Türk bir ufuktur, bir vizyondur, bir kültürdür Türk.
O yüzden bizim bu anlayışın, bu bakış açısının kavrayışında devlete ebet müddettir.
O yüzden biz, Osmanlı’yı ve Selçukluyu yok sayamayız. Osmanlı ve Selçuklu, deneyimini de yok sayamayız. Şimdi orada, o bütünlük, o yüzden çok kıymetli. Şimdi, biz bir anayasa değişikliğiyle cumhuriyeti, 21 anayasasına bir cümle ekliyoruz ve hükümet sistemini değiştiriyoruz. Dolayısıyla devlette devamlılık esas ama hükumet etme, idari sistem; zamanın şartlarına göre yeniliyoruz, demektir aynı zamanda. Şimdi bize ısrarla, bu hükumet sistemi değişikliğini, siz cumhuriyeti değiştiriyorsunuz, rejimi değiştiriyorsunuz, cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırıyorsunuz gibi anlamsız bir sürü dayatma yaptılar.
Az önce konuştuk, soğuk savaş yıllarının bakış açısına, kavrayışına göre şekillendirilmiş idari sistemi, hükumet sistemini; bugünün dünyasına göre uyarlamazsak nereye gidebiliriz? Gidebileceğimiz bir yer var mı? Az önce çok kısa bir özet yaptım. Yani soğuk savaş yıllarında nasıldı bakış açısı, şimdi bugün nasıl, bununla ilgili çok kısa bir özet yaptım.
Şimdi siz, bu hükumet sistemini, bu idari sistemi değiştirmeden, çünkü bizim devlet dediğimiz yolda devam edecek olan bir araba metaforu koyacak olursak, araba gitmiyor. Araba 1930, 40, 50 model, gitmiyor. Ve biz, 15 yıl boyunca sistemin gücüyle gitmedik. Siyasetin gücüyle gittik. Her iki yılda bir seçim yaptık. Milletin bize verdiği desteği her iki yılda bir konsolide ettik. Sonra siyasetin gücüyle o gitmeyen arabayı ite ite bir yerlere taşıdık. Ve 15 yıl boyunca artık sistemin gücüyle gitmeyen iş, artık siyaseti de çok ciddi anlamda yordu. Burayı da konuşmak gerekir.
Çalışmayan bir sistemde siyasetin gücüyle iş yapmanın, siyaset mekanizmalarında da çok ciddi bir deformasyon oluşturduğunu zaman içerisinde görüyorsunuz.
O yüzden 2019’da inşallah bu sistem değişikliği ile birlikte –bunun eksikleri olmayacak mı, tabiki olacak- yaşanacak revizyonlar var. Mesela şuanda uyum yasalarını çalışıyoruz. Bugün saat 17’de uyum yasaları ile ilgili toplantımız var. Ne olmalıdır, nasıl olmalıdır, bu süreci çok ciddi anlamda çalışmalarla devam ettiriyoruz. Ama dediğim gibi burada temel bakış açısının, mesela CHP’nin meseleye bakış açısı gibi olmaması gerektiği son derece açık.
Yada, bugün daha bilinçli ve sistematik olarak HDP’nin yürüttüğü siyasete baktığımızda, onlar her şeyi zaten meşru görüyorlar. Şimdi düşünün İspanya’da, Katalan’larla ilgili son gelişmeleri biliyorsunuz. Belçika’da Katalanların liderleri tutuklandı, Bakanlarla birlikte. Adamlar ne yaptılar, bir terör örgütüne destek mi verdiler?
Yani Türkiye örneğine bakacak olursanız diye söylüyorum, Türkiye’de terör örgütü ile iltisaklı olduğu, doğrudan destek verdiği, şiddetin ve silahın açıktan propagandasını yaptığı, terör örgütüne silah bırakma çağrısında bulunmayan, demokratik siyasetle silah bir arada bulunmaz deme cesaretini göstermeyen, terör örgütüne iradesini teslim etmiş bir siyasetçi şuanda, işte bugün Meclis grubunda mektubunu okuyorlardı. ‘Yıldızlardan sana çocuklar getirdim’ falan, edebi, barıştan özgürlükten bahseden, diğer taraftan barış ve özgürlüğün hiçbir zaman yanında durmamış, iliklerine kadar tek tipçi ve faşist uygulamaların olduğu bir örgütü yıldızlarla, çocuklarla, özgürlükle, demokrasi ile süsleyip, cicili biçili hale getirip, bir ara saz da çalıp güzel ezgiler de söyleyerek, işte o hafıza olmadığı zaman, o bakış açısı olmadığı zaman o kavrayış olmadığı zaman, duygu olduğu zaman bu defa başka bir yere gitmeye başlıyor.